Yıl 1980, Balıkesir. Talebeyken sevdiğim ve okulumuz bitince evlendiğim Süha ile mutluyum. Sevilen ve Balıkesir'e hayırlı yatırımlar yapan Eğinlioğlu ailesinin geliniyim. Beş yaşında esmer güzeli 'kara kuzum' dediğim akıllı ve yetenekli bir kızım var. İsmi Petek. Tabii, eşimle yürütmeye çalıştığımız bir avukat yazıhanemiz var. Ama ben istediğim gibi avukatlık yapamıyorum. Küçük bir ilde eşle aynı yazıhanede avukatlık olmuyor. Kazancımız yeterli değil. Ailenin maddi desteği bana ağır geliyor. Ve ben, 1960 yıllarının Vakıflar Genel Müdürlüğü Baş Hukuk Müşaviri dayım Muammer Tapucu'dan, İstanbul Baş Müdürlüğü'nden emekli Babam Mehmet Çivi'den ve yine aynı yılların aile dostumuz İstanbul Vakıflar Baş Müdürü İhsan Erzi'den duyduğum ve yaşadığım 'Evkaf'a avukat olarak girmek istedim. Ve zor da olsa başardım.
Balıkesir Bölge Müdürlüğü'nün tek avukatı olarak bu bölgede on yıl çalıştım. Zaman geldi hukuk danışmanı oldum, çok önemli, riskli, yüksek meblağlı ihalelerde komisyon üyesi oldum ve daima gerçekleri yansıtan hukuki mütalaamı bildirdim. Müdürlüğü, geçici olarak vekaleten yürüttüm. Sorumluluklarımın bilincinde olup iddia ettiğim konuyu ispatlardım. Çünkü eleştiri bence kolaydır ve zaman kaybıdır. İnsanın kendini sorgulaması ve ne istediğini bilmesi hem kişisel hem mesleki anlamda geliştirir, dürüst ve güçlü kılar. Dava açılması taleplerini hukuken uygun değilse sonuna kadar direnir araştırarak hukuki gerekçelerle itirazımı Vakıflar Genel Müdürlüğü hatta Bakanlık düzeyine kadar sunardım. Ben Balıkesir Vakıflar Avukatı olarak çalışkanlığım ve doğruluğumla kurallarımı koymuş ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kabul görmüştüm. Siz böyle saf isteklerin savaşçısı olursanız, sizi kıskananlar kadar destekleyenleri de bulursunuz. Zaman geldi bölgelerin meşhur sarı kamyonetleri ile arazi keşiflerinden akşam karanlıklarında eve döndüm. Marmara Adası gibi deniz ulaşımlı yerlerden üç gün kalıp dönerdim. Balıkesir'de genelde kışın hava kirli ve sisliydi. Haftanın en az iki günü keşif veya duruşma olurdu. Çok karlı olduğu zaman bile dairenin arabasını görevli çıkartır körfeze giderdim. Görevimi yapardım ama daha açıkçası o kirli havadan çıkardım. Kırkbeş dakika sonra Havran Tepesinden Edremit Körfezi gözükür, deniz, parlak güneş ve ılık Ege havası beni karşılardı. Dosyalarım daima yanımda ve hepsi de incelenmiş ve ara kararları yerine getirilmiş olurdu. Oldukça şık ve zarif giyinir, yeri gelince keşiflerde pantolonla at arabalarına da binerdim. İnce topuklu ayyakabılarımla yere güçlü basarak yürürdüm, adliye personeli koridorlardaki topuk sesinden benim geldiğimi anlarlardı.
İlçelerin duruşma salonları ve baro odaları soba ile ısıtılırdı o tarihlerde. Gittiğiniz zaman herkes 'hoşgeldin' der ve sohbet başlardı. Çok soğuk havalarda bile duruşma ve keşiflere giderdim. Hava muhalefeti nedeniyle duruşmaya veya keşife gidemiyeceğim mazereti hiç bildirmedim.
Altınoluk'ta Rumlara ait arazi davaları... Kazdağları'nın güney yamaçlarında tarihi ve metruk evlerle dolu bir mekan ve zeytinlikler... Kışın mandalina bahçeleri, yazın böğürtlenler. Bu meyvaları ağacından yemek ne güzel olurdu! Köylerin kahvelerinde, yaşlı, çevreyi bilen bilirkişiler temin etmek veya dinlenmek için oturmak ne huzur vericiydi. Ege köylüsünün saygısı inanılmaz içten olurdu. Katıksız ayranları, yufkaları, dürümleri, gözlemeleri... İnsanların gezi turları ile görmek istediklerini ben mesleğim ve vakıflar sayesinde tam anlamıyla yaşıyordum. İşte Kazdağları’nın görkemli güzelliklerini insanlarının kültürlerini gördüm, sevdim ve öğrendim. Çamlıbel Köyü’nün yerel yemeklerini yemek, Küçükkuyu'nun zeytinyağı müzesini, Cunda Adası eski kilisesini, Ayvalık Şeytan Sofrası'nı görmek bir keşif veya duruşma sonrası olmuştu. Vakıflar’ın Güre Kaplıca İşletmeleri Ayvalık İşletme Müdürlükleri arazi davalarında hep yardımcı olacak elemanları görevlendirir ve gereğinde hakim heyetini misafir ederlerdi.
Bandırma Avşa Ada'sı... Adalara fırtınalı zamanlarda dahi gemiye bindim, gittim. Hatta bir keresinde gece Marmara Adası’nda kalıp ertesi gün tekneyle Avşa Adası’na arazi keşfine gitmiştik. Yine fırtına çıkınca hakim heyetini muhtar misafir etmiş, ben de Avşa eşrafından bir ailenin evinde misafir edilmiştim. Hava biraz düzelince sabaha karşı yola çıkmıştık. Nasıl olsa 'Yasemin hanım cesurdur' diye ben gelince gidilemeyecek keşif bile olsa yola çıkıyorlardı. Marmara Adası’ndaki yediğim balıkları unutamam. Ve bunları çoğunlukla sadece erkeklerin bulunduğu ortamlarda yaşıyordum. Köy kahveleri, köy lokantaları. Adliye personeli ve taraf avukatları. Bu havalarda ancak 'Vakıflar Avukatı Yasemin Hanım gelir' derlerdi. Bir insanın kendinden korkusu yoksa ve ne zaman, nerede olacağını bilirse sorun olmuyor. Ama meslek önemli. Siz çalışınca karşı tarafta çalışkan olmak zorunda kalıyor. Hakimler zamanla benim davranışlarıma alışırlardı, çünkü o ince çizgiyi, saygı sınırını ayarlardım yani kuralların içinde kendi kurallarımı öğretirdim. Ben, hukuk ve yaşamın sanatını aynı anda yaşadım. Ve yaşadıklarımı aileme ve piyanomla müziğime aktardım. Piyano resitalleri verdim ve iyi bir vakıf avukatı oldum.
İkinci güzel, 'ak kuzum' dediğim kızımı da hamileliğimi bu yollarda böyle yaşayarak 1983 yılında dünyaya getirdim. İsmini İpek koyduk. O da ablası gibi yetenekli ve zeki bir çocuktu. İşte ben vakıfları bunun için seviyorum. Bana ailemin mutluluğunu sağladı, maddi olarak geçim fırtınası tehlikesinden kurtardı, bana mesleğimi yaşattı ve vakıflar gibi bir derya konuda kariyer sağladı. Zamanın Genel Müdürü Galip Yiğitgüden, Balıkesir'de Müdürlüğe vekaleten baktığım dönemde, çalışmalarım nedeniyle 'Balıkesir Vakıflar Bölgesi yürüyor' dediğini ve daha sonraki Genel Müdürümüz Şener Macun'un, çocukluğumdan itibaren aldığım ve resitallerle daima yaşattığım klasik piyano eğıtimimi geliştirmek amaçlı Salzburg Mozarteum Müzik akademisine gidiş için verilecek senelik resmi izni desteklemesini de ayrıca unutamam.
Anlattığım gibi diğer devlet kurumlarına nazaran daha değişik kuralları olan ama o ölçüde de bağımsız davaları olan bu kurumda zor ama o ölçüde keyifli bir avukatlık dönemi yaşadım. Arazi davalarının dışında yeni kurulu vakıflara dair davalarda daha çok Edremit yöresindeydi. Gerek vakıf mensupları gerek vakıfları temsil eden meslektaşlarım son derece değerli ve kültürlü, zengin insanlardı ve yörelerine faydalı oluyorlardı. Badireli davalarla ve insanlarla karşılaşmıyor değildim. Ancak çalışkanlığım, akıllı iyi niyetim ve doğruluğum beni koruyordu. Ben akılla duygularımı harman etmiştim. Enerjimi hakedilen yerde ve insan için harcıyordum. Ve bu değerlendirmenin ölçüsü sağduyum, bilgi ve yaşam deneyimimdi. Hayatta rol yapmadan aslımı yaşayacak kadar korkusuz yaşamış, bu nedenle bedeli olan ama bir o kadarda zengin iç dünyası kazanmış bir insandım. Hassasiyetim de, bu kadar yorucu tempoya rağmen duygularımda kirlilik olmaması ve hala temiz duygularla sevebilme yeteneğimin olmasından kaynaklanıyordu. Meslektaşlarımızla veya hakimlerle tartışmalı, tansiyonun yükseldiği davalarımız oluyor ama duruşma bittikten sonra arkadaş olabiliyorduk. Mesleğimin saygı duyduğum bir tarafıda bu zaten. Zamanı programlamak benim hayat disiplinim olduğu için avukatlık mesleği ölçüsünde mesai saatlerine uydum. Biz masa başı çalışanı değildik ve zamanımızın çoğu adliye ve arazilerde geçiyordu.
Yıl 1990. Çocuklarımın başarıları neticesinde eğitimlerini devam ettirmek ve benim doğduğum yetiştiğim yer olan vakıflar şehri İstanbul'umu özlemem nedeniyle eşimle karar vererek, tayinimi istedim ve İstanbul'uma, Beşiktaş'ta deniz görür, şirin bir evi kiralayarak yerleştik. Süha Pamukbank Genel Müdürlüğü Hukuk Bölümü Müdürü oldu. Ben de çok mutlu olarak İstanbul Vakıflar Bölgesi'nde Muhakemat Müdürlüğü'nde göreve başladım. Babam tarafından üç kuşak İstanbul'lu olmam, altı yaşından itibaren piyano dahil tüm eğitimimin İstanbul'da geçmesi nedeniyle başka türlü özlediğim bu şehir, vakıflarla yeniden ancak böylesine güzel yaşanırdı.
Vakıflar, acılarıma melhem oldu, sevinçlerime ışık tuttu. Özlediğim bu şehrin adliyelerine giderken dosyalarımı bilerek ve daima yanımda taşıyarak gittim. Her duruşma sonrası, mesela adaysa eski bir türk veya ermeni veya rum evini gezerdim. Sarıyer boğaz tepeleri, Şile sahili, Bakırköy sahili, Sultanahmet, Adalar, doğduğum yer Fatih, camileri ve medreseleri, Haliç kıyıları... Her duruşma veye keşif sonrası güzelliklerini içime çekerek dolaştığım yerler. Zaman zaman sağlık kontrollarımı yaptırdığım Vakıf Gureba Hastahanesi. Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı'nın büyülü ve gizemli atmosferi daha nasıl anlatılır bilemem?
Ve değerli birikimli hakim ve heyetleriyle o kalabalıklarda keşifler yapmış ve zaman zaman birbirimiz kaybetmiş uzun arayışlardan sonra ortak bir noktada buluşmuştuk. Çok güzeldi mesleğimi ve vakıfları yaşamak. Ve Balıkesir resitallerime İstanbul Barosu’nda ve Kıbrıs'ta verdiğim resitaller eklendi.
Yıl 1994. Yirmibeş yıllık hayat arkadaşım eşimi, çocuklarımın babasını kalp krizinden kaybettik. Artık yalnız savaşçıydım. Hayat fırtınasında gemim alabora olmuş ve iki küçük teknemle deniz ortasında kalakalmştım. Çocuklarımı, kimseye boyun eğdirmeden, çalışacağım ve oturabileceğim yeri temin edecek tek seçeneğim vardı. Vakıflar Genel Müdürlüğü. İşime devam ettim ve eşimin kaybı nedeniyle zaten hakkım olan lojmana geçtim. Ortaköy'de 7 yıl oturdum.
Darbeler insanda hayata inadına sarılma ve meydan okuma oluşturuyor. Bir filozofun dediği 'Mesele hakikatin ne olduğu değil, ne kadar hakikati taşıyabildiğimizdir'. Çocuklarım için, daha güçlü olmam gerekiyordu. Yine resitallerime devam ettim çünkü benim ruh desteğimdi. Kendimi ifade ettiğim yerdi piyano başında olmak. Alkışlayan insanların gözünde sahneden bakınca sevgi vardı. Hırslar kinler siliniyordu. Ben, yine ben olmalıydım. Gerçekleri göğüslemeliydim. Hayat sahnesinden geri çekilmemeliydim, yaşadıklarım beni daha üretken yapmıştı ve 1997 yılında AKM’de Vakıf Haftası’nda, klasik batı müziği çalmama rağmen vakıflar için türk sanat müziğini kendime göre yorumlayarak ve yılların birikimini doğaçlama yaparak piyano resitali verdim. Çok beğenildi. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından vakıflara sanatsal katkılarımdan dolayı plaket aldım. 2001 yılında kızım İpek ile birlikte Vakıf Haftası’nda piyano çalarak vakıflarda bir ilki daha gerçekleştirdik. Ve yine onurla gösterdiğim bir plaket daha aldım.
Vakıfların diğer yönlerini de başarılı çocuklarım nedeniyle yaşadım. Büyük kızım Petek İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümüne birincilikle girdi ve İ.T.Ü. Vakfından burs kazandı. Dört yıl. Daha sonra Almanya Hamburg-Harburg Teknik Üniversitesi’ne master için hak kazandı. Çanakkale Seramik İbrahim Bodur Vakfı desteğiyle yurt dışına çıkışını yaptı ve sonra kendi çalışarak master programını tamamladı. Şimdi İstanbul'da evli ve hayırlısı ile bebek bekliyor. Eşi de kendi gibi bilgisayar mühendisi. Küçük kızım İpek Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı Piyano bölümünde okurken Avusturya Liseliler Vakfı desteğiyle Salzburg Mozarteum Akademisi yaz eğitimine katıldı. Sonra Mimar Sinan Üniversitesi'ni başarı ile bitirdi. New York Üniversitesi Purchase Koleji'ne master için kabul edildi. Başarılı notları nedeniyle ilk yıl, Çanakkale Seramik İbrahim Bodur Vakfından, ikinci sene de Suna İnan Kıraç Vakfından burs aldı. Şimdi başarılı performansı nedeniyle üçüncü yıl için New York Üniversitesi’nden burs alıyor ve asistan olarak çalışıyor. Gençlerimiz, üniversitelerimizde eğitimlerini tamamlayarak ulusumuza ait kültürler ve bilgiler ışığında yabancı ülkelerde de gördükleri ilave eğitimlerle ülkemize daha faydalı birikimlerle ve güçlenerek döndükleri kanaatindeyim. Ama hiçbirşey kolay olmadı anlatıldığı gibi. Sanat hayatım, yirmi yılı vakıflarda geçen otuzüç yıllık avukatlığım ve pek sevgili evlatlarım benim yaşamım için önemli ve son derece değerli örneklerdir.
Yıl 2000 emeklilik ve şimdi 2007. Yine o söz, savaşçının amacında saflık varsa oluyor işte herşey... Ama kader başka...
Elliyedi yıllık hayatımın onyedi yılını geçirdiğim Balıkesir ve sahil ilçelerinin ıssızlığını ve asıl sahiplerini görmek için kışın gideceksin. Canım İstanbul'umun asıl güzelliklerini yaşamak için tarihini bileceksin! İşte avukatlığım ve vakıflar, buna sebep oldu. Ne içten misafirlikler yaşadım ne hayatlar dinledım.. Ne davalar yaşadım! Ruhum apaçıktı ve konuştuğum insanlar da kendiliklerinden bana açılırlardı. İşte bu yazılarımı talebeliğimin geçtiği, annemden kalan ve aldığım emekli ikramiyemle tadilatını yaptırdığım Yeşilköy'deki evimden yazıyorum.
İyi ki vakıflar avukatlığı yaptım ve Vakıflar’dan emekli oldum, onur duyuyorum. Farklıyım. Vakıflar konusunda kariyer sahibiyim. Vakıflar Genel Müdürlüğü bir ekoldur. Çok şey öğrendim. Mesleğimi istediğim gibi yapabildim. Çok kıymetli, zorlu vakıf davalarına da başarılı imzalar attım. Ama avukatlıktan emekli olmadım.
Çocularım ve sanatım benim hayatım. Zaten hukuk bir yaşam sanatıdır. Evkaf'ta yaşadıklarımı duyurmayı, anlatmayı öyle çok istiyordum ki!!! Limanım, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ve vakıflara müteşekkirim. Benim ve ailemin değerlerini korumak için bana sığınak oldu. Kendimi bir kere daha, bu kez anılarımla yazarak ifade edebildiğim için çok mutluyum.
Vakıf çalışanlarına ve emeklilerine, yaşam sevincini kaybetmemeleri dileğiyle...