09 Nisan 2007

Öyle dokunulmamış haliyle yaşadım ki Anadolu'yu!..

Yalnız konuşma dilime daima dikkat ederdim. Lehçe yönünden babamın İstanbul Türkçesini çok iyi konuşması nedeniyle hepimiz güzel türkçe konuşurduk. Babam için önemliydi ve ben Hukuk Fakültesine girdiğimde kelime haznem çok genişti. Ve aldığım eğitimimle birlikte konuşma ve yazmam alabildiğine gelişti. Gerek sosyal yaşantımda, gerek mesleğimde çok faydasını gördüm. Toplum içinde rahat ve güzel konuşma yeteneğim sayesinde daima kabul gördüm.

Annem İstanbulda çok güzel giyinirdi. Hele o dönemin şapkalarını kendine çok güzel yakıştırırdı. Bor'a gittiğimizde yine güzel giyinir, bana da çok güzel empirme kumaştan elbiseler dikerdi ama kendi Bor’da biraz Anadolu tarzına uyardı. Güzel Behice derlerdi anneme.

Yazmaları bağlayışları ne güzeldir Anadolun kadınının... Halı dokumaları, yaşamlarının yalnızlıklarını ilmeklerle yarattıkları desenlerle anlatan nasırlı eller... Annem bunları yaşamamak için bilmediği, tanımadığı babamla, İstanbul'lu subay ile evlenmişti. Çocuklarını Anadolu'da yetiştirmek istememişti. Okumayı çok istemiş ama annemi okutmamışlardı. Kız Sanat Okuluna, babam Antalya Elmalı Jandarma komutanıyken gitmiş. Ama kader nelerle karşılaştırmıştı annemi sonraları!
Dedem apdest alırken suyunu dökmem, akşam ezanlarını ve dedemin o saatlerde elinde bohça şeklinde bağladığı ve pazardan aldığı salatalık ve acurlarını koyduğu, sadeca bu iş için kullandığı mendilini koşarak almayı ve Bor'un yaz günü bile soğuyan o akşamlarını özlüyorum. Kara iklimi. Gündüz gece sıcaklığı arasında çok fazla derece farkı. Tabi o nedenle ellerim, ayaklarım dere suları içinde oynamaktan çatlar, kurbağa yavrularını yani o yöre deyişiyle çömçe balıklarını yakalamaktan siğil olur ve eşşek arısı yuvalarını dağıtmaktan bazen arı sokardı, sapanla kuş vurmaya çalışmaktan düşmeye bağlı ezikler olurdu. Ezilmelere soğuk su, arı sokmasına karşı çamur, ellerin soğuktan çatlamasınada vazelin sürerdik.


Doğal olarak oyun arkadaşlarım erkek çocukları idi. Akşamları erkenden, savaştan çıkmış gibi yatardım. Elektrik olmadığı için erken yatılırdı. Ama çeşitli renkteki cam gaz lambaları ile oturmak benim pek hoşuma giderdi. Diyorum ya, Bor benim için, içinde bahçesi olan kocaman doğal bir lunaparktı. Herşey vardı. Bazen akşamları balkon veya ev önlerinde yarı ot kokusu, yarı ahırın kokusu ve cırcır böceklerinin sesi ile mahalleli oturur konuşup yün eğirirlerdi. Tuvaletlerde bahçeden önce olan sahanlık denilen bir toprak alanın ucunda yani dışardaydı. Onun için geceleri tuvalete çıkmamaya gayret ederdim. Ama yine de korkmadan gittiğimi kendi başıma hatırlıyorum. Evlere kocaman kale kapısı gibi kapılardan bu sahanlığa girilirdi. Kapılar kilitlenmez arkadan tahta destek verilirdi. Gündüzleride o destek konmazdı. Kapı açıldığı zaman çan çalardı. Her evin çan sesi farklı idi. Ben komşu olarak gittiğimiz ev sahiplerini delirtirdim. Çan seslerini dinlemek için kapıları açar açar kapardım. İstanbul'da da gittiğimiz annemin bir ahbabının kıymetli kuşunu kafesten kaçırmıştım. Anneme söyledim mi bilmiyorum, ama bir şekilde annemin alelacele benimle birlikte kalktığını hatırlıyorum.

Bir de Barış ağabeyimin değirmene su döndüren su arkına düştüğünü ve mahallenin gençlerinin bu tehlikeli yerden onu çıkardığını hatırlıyorum. Bir de annemin anneannesi sanırım çok cesurmuş. Bağ evlerinde gece yanında silahı ile yalnız kalabilirmiş. O tarihlerde Anadolu'da eşkiyalar varken. Beni ona benzetirlerdi. Annem de çok korkusuzdu. Babam korkaktı. Ve maalesef insanları arkasından vururdu. Ağabeylerim Saint Benoit'te okurken okulu kırıp maça gittiklerinde onları alıp konuşmak yerine okula gider haber verirdi. İnsanlarla yüz yüze tartışmak yerine, herhangi bir konuda onları şikayet ederdi. Askerlikten ayırma sebeplerinden birisi de bu huyu idi. Tüm değerlerini aşırı şüphe ve insanlara güvensizlik ve benzer nedenlerle heba etti.

Bor'un suları Erciyes dağından gelen Okçu suyu ile Betteş suyu idi. Betteş suyu kireçli olup el yıkamak ve bulaşık için kullanılırdı. Evlerde su yoktu. Okçu suyu için sabahın erken saatlerinde sıra başlar ve güğümlerden oluşan bir kuyruk oluşurdu. Çünkü bu su kireçsiz idi, yemekte ve banyo yapmak için kullanılırdı. Ve herkez güğümünü bilir ve sırası gelince suyunu doldururdu. Çeşme başı sohbetleri şakalaşmalar... Bayılırdım Anadolumuzun adetlerine kültürüne ve çocuk aklımla herşeyini görmek öğrenmek isterdim. Odalardaki banyolar tek kişilikti, oturak denilen tabureye oturulurdu ve gaz lambası ile aydınlatırdı. Böyle banyosu olan evler ağa evleriydi, lüks sayılıyordu. Sobalarımız maşınga ve kurbağa sobalardı. Bazen Eylül ayında kaldığımızda yakardık.

Annem beni bluğ çağıma kadar hep severek büyüttü. Kumral uzun saçlarımı çok severdi. Bluğ çağından sonraki gelişimimi kabullenemedi. Hem benle övündü, hem de payalaşamazdı beni sevdiklerimle, eşimle. Çok sonraları anladım. Anadolu'da kız çocuklarına ‘kan ayaklı’ derlerdi. Adet görmelerinden sonra çocukluk biter ve evdeki yeri ikinci sınıf olurdu. Ve annem onu gördüğü için bana o muamaleyi yapmak istedi. Aynı zamanda okumamı istedi. Anneciğim hep çelişkiler yaşadı. Tabi ben dinlemedim. Gelişimimi en doğal halimle sürdürdüm, tabii okudum. Ama bilemedi, beni anlayamadı, onu çok ezmeye çalışmışlardı.

Yine neyse kocaman odalarda yataklarımız yorganlarımızı sabah kaldırır duvardaki kapaksız girintilere koyardık. O kocaman odalar bahçelere bakardı. Ceviz ağaçları dut ağaçları yemyeşil... Derelerin şırıltısı... Annem bahçede keyif yapıp uymayı pek severdi ve ceviz ağacı yapraklarını yanında bulundururdu hep, o zaman sinekler gelmezdi. Kahvaltılarda taze nane çayları dürümler, tereyağ ve küp peynirleri, ne güzeldi, ne hastı... Dedem yemeklerde hiç konuşmazdı. Bir keresinde kedi yorganları üstümüze düşürmüştü, hiiç kıpırdamadı. Son derece soğukkanlıydı. Bana bir kere bağırmıştı: ‘annee annee ne istiyon ma’ Orta anadolu ağzıyla... Bir de annemlerin yardımcıları vardı, ismi Ahraz... Daha doğrusu sağır ve dilsizlere verilen bir addı. Kadıncağız karpuzu çok severdi. Bir yaz günü yiyeceği karpuzu iyice tuzlamıştım. Ağzına atıp dilsiz olduğu için bağırtısını unutamam. Ama bizleri çok severdi.