09 Nisan 2007

Kadişon... Eşşeğimiz...


Bu İstanbul'dan sonra Bor tabiii benim çayıra salınmam gibiydi hakikaten. Yani piyano eğitimi alan bir İstanbul kızı değil tam bir sokak oyun çocuğuydum. Dedim ya kabına sığamıyan enerjim vardı. Ağaç tepelerinden, eşşek sırtlarından inmezdim. O zaman ünlü olan bir fransız romanındaki eşşeğin ismi Kadişon idi ve onun ismini eşşeğimize koymuştuk Barış ağabeyimle... Dik kulaklı ve çok güçlü, hızlı koşan bir erkek eşşekti. Bağa giderken bazen dedem beni önüne oturturdu bazen de annem. En arkaya da Barış ağabeyim binerdi. Tabii semerler yüksek olurdu ve üstüne bindiğin anda dört nala koşmaya başlardı bizim eşşek ve bazen üçümüz birden düşerdik. Bazen de dişi eşşeğin pisliğini koklamak için eğilir sadece ben aşağı kayardım. Eğilip kokladığı şeyi içine sindirmek için kafasını sonra yukarıya diker ve sırıtır gibi dudaklarını gökyüzüne çevirirdi. Tanrım ne eğlenceli günlerdi. Bir de hızlandırmak için semerdeki sırtına denk gelen deliğe sopayı sokar Anadolu deyişiyle eşşeği ‘düzlerdik’ ve deli gibi koşardı. Tabii gaddarlık... Çocukluk işte... Annem Kadişon'a binmek için evlerin önünde bulunan bir nevi park yeri olan özel, eşşeklere binme taşına çıkardı ve tam binecekken bizim eşşek gidiverirdi, tabii annem yerde... Fakat tecrübeliydi bir kere olmuştu. Eşşekleri olanlar arabası olanlar gibi idi o tarihlerde... Ve eşşeğimizin ahırı evimizin alt katındaydı. Bir keresindede babamla eşşeğe binip bağa gitmiştik. Ve babam eşşeği yanlış bağladığı için kaçmıştı. Tabii komşu bağlardaki eşşeklerin peşine gitmişti, yakalamaya çalışmamızı babamın elleri arkada bağlı koşuşunu unutamam. Sevimli anları da vardı babamın...