Belki bilmiyorsunuz ben onyedi yıl Balıkesir ve zaman zaman Çanakkale'de eşimle serbest avukat olarak sonrada Vakıflar Avukatı olarak çalıştım. Çanakkale Bld. Başkanı İsmail Özay'ı ve bazı avukatları bir şekilde tanırım. Şu anda hatırlamıyorum. Zamanı gelince hatırlatırsanız görüşürüz. Seyahatler içinde Kürşat Bey, bu hafta içinde sizi bilgilendirecek.
Gördüğünüz gibi enerjimi akıllı harcıyorum. Kendime ve piyanoma vakit kalıyor. Şu var ki toplumumuzun bazı değerleri anlamaması ve desteklememesi nedeniyle kendi özelliğimizi korumak ve meydana çıkarmak için maalesef bazen bürokratik işleride bizzat takip etmek durumundayız. Ve bu kendine ve başkasına güvensizlik değil başarılı deneyimler nedeniyle kazanılmış bir stratejidir. Zeki insanda şüphe vardır ki yaratıcı olabilsin ve kendini korusun. Çünkü ben aynı zamanda çekici bir kadındım ve kendimden memnundum. Ama kişiliğim ve kariyerim onun önündeydi daima... Şimdi de kendimin ve zamanımın farkındayım ve hala kendimden memnunum. Ve nerede çıkış yapacağımı iyi tayin ederim. Her yerde kuralların içine kendi kurallarımı koymam nedeniyle pek tabii insanlar beni kavrayamıyor. Zaman zaman üzülmeme rağmen keyif de almıyor değilim hani....
Sanat hayatım, yirmi yılı devlette geçen otuzüç yıllık avukatlığım ve pek sevgili evlatlarım bu davranışlarım için önemli ve son derece değerli örneklerdir. Ve hiçbir zaman her insana doğam gereği aynı davranamam. Hak edene enerjimi harcarım. Ve bu değerlendirmenin ölçüsüde sağduyum, bilgi ve yaşam deneyimimdir. Hayatta rol yapmadan aslımı yaşıyacak kadar cesur yaşamış bu nedenle bedeli olan ama bir o kadar da zengin iç dünyası kazanmış bir insanım. Akıllı iyi niyet diyorum ben davranışlarım için. Pek tabii de hasımlarım oluyor. Hassasiyetimde, bu kadar yorucu tempoya rağmen duygularımda kirlilik olmaması ve hala temiz duygularla sevebilme yeteneğimin olmasından kaynaklanıyor. Bunlar da beni son derece mutlu ediyor daima güzel insan bulabiliyorum ve iki kızımında ve onları sevenlerinde sevgilerini çok güzel yaşıyorum. İradesi güçlü, idare'i maslahatçı olmayan daima beni destekleyen dost ve insanlarım olmuştur ve olacaktır. Benim isteklerimi anlamak için o insanın belli potansiyeli ve bilgi gücü olması gereklidir. Çok az olan güçsüz anlarımda da tanrı beni korumuştur.
Ben başkalarıyla yarışmam. Kulvarımda tek koşuyor ve kendimle yarışıyorum. Hırs, kin, nefret ve kıskançlık olmadan. Mücevherlerim hukuk ve piyano... Evlatlarım aynam, çok şükür.... ve tek mutluluğum ...
Bir anda içimden bunları size yazmak geldi. Bazı görüş farklılıklarımız nedeniyle. Teşekkür ederim fikirlerime gösterdiğiniz saygıya. Kendimi ifade etmem gereken ve uslübumu kısmen de olsa kavrayacak insanlara vakit ayırırım. Sizin vaktinizi almadım umarım ama beni dinlemenizde yarar var buna emin olun. Zaman içinde birbirimize karşılıklı saygımızın artması dileğiyle.
İyi çalışmalar,
Av. Yasemin Eğinlioğlu
Siteme hoşgeldiniz! Yılların bana anlattıklarını ben de buradan sizlere anlatmak istiyorum. Yazılarımı ve anılarımı günden güne size iletmeye çalışıyorum ve yorumlarınızı bekliyorum.
Birçok konuya değinerek yazdığım yazılarımın listesini Arşiv bölümünde bulabilirsiniz.
20 Şubat 2007
19 Şubat 2007
La P'tite Ferme Restaurant... Ve 14 şubat sevgililer günü ve dönüyorum...
Nihayet bir Fransız lokantasında üzeri soslu salyongozu aperatif şaraplarıyla birlikte yedim. Güzeldi... Sooona kanguru bifteği yedim. Sosuyla birlikte sade ve yumuşak tadı vardı. Ve Fransız şarapları... Aperatif tatlı şaraplarını daha çok sevdim. Elmalı tatlı börek üzeri dondurma ve likor içindeki dondurma da pek hoşuma gitti. Çocuklarıma sevdikleri ile mutluluklar diliyorum... Bu 14 şubat gününde... ve herzaman... Midemi dinlendirmeliyim.
Bayağı sıkıntılı oluyorum bazen.... Kızım kıvırcık ile kısa bir tren yolculuğundan sonra Chartreuse likör fabrikasına gittik. Bulunduğu yer Voiron. Grenoble yarım saat mesefede. Keşişler tarafından Alp dağlarından yüzotuz çeşit bitkiden elde edilerek yapılan bu likörler enfes... Franbuazlı, cevizli likörlerden tattık. Likörlü çikolataları ve şekerleri enfesti... 17. yy dan beri aynı titizlikle keşişler tarafından fıçılarda dinlendirilerek yapılan bu likörler aynı yerde satışada sunulmakta... ve baybay Grenoble... Kızımla olmak, onun verdiği güzel haber ve Fransa'nın bu küçük şehrini yaşamak bana evlatlarımdan sevgililer günü hediyesi oldu.
Bayağı sıkıntılı oluyorum bazen.... Kızım kıvırcık ile kısa bir tren yolculuğundan sonra Chartreuse likör fabrikasına gittik. Bulunduğu yer Voiron. Grenoble yarım saat mesefede. Keşişler tarafından Alp dağlarından yüzotuz çeşit bitkiden elde edilerek yapılan bu likörler enfes... Franbuazlı, cevizli likörlerden tattık. Likörlü çikolataları ve şekerleri enfesti... 17. yy dan beri aynı titizlikle keşişler tarafından fıçılarda dinlendirilerek yapılan bu likörler aynı yerde satışada sunulmakta... ve baybay Grenoble... Kızımla olmak, onun verdiği güzel haber ve Fransa'nın bu küçük şehrini yaşamak bana evlatlarımdan sevgililer günü hediyesi oldu.
14 Şubat 2007
Mont Blanc dağı etekleri ve Fransa - İsviçre sınırına yakın Annecy şehri ve 11 Şubat dönüş yolu gözüktü.......
Kızımın odasından dağ gözüküyor ve sabah bazen bulutlara sarılıyor bazen de güneşe yaslanıp beni uyandırıyor, tabii bu arada kıvırcık güzel beni didikliyor. Çocuklarımın hem sevgileri, hem kum torbalarıyım. Büyük dozajını arttırır bazen. Ama o kadar değerli sevgileri güzellikleri, başarıları ve bana yaşattırdıkları varkii onları anlıyorum ve hak veriyorum. Bazen küsüyorum ama kendi kendime azıcıkkkkk işte.. Hemen anlarlar zaten.. Küsmeyi hiç çocuklarıma yaşatmadım. Annem günlerce küserdi ve kinciydi. Ve ne zor olurdu konuşmasını sağlamak. Hele evlendikten sonra ben küs olduğunu unutup telefon açardım kapatıverirdi, kalakalırdım içimden birşey akardı sevgisizlik acısı yıllar sonra mideden çıkan rahatsızlığımın temel taşları. Istanbul'a gelirdim, eve de almadığı olurdu..... Oda acısını sevgisizliğini böyle çıkardı... Ne yapsın sevmeyi ve sevilmeyi bilmiyorum derdi... Yine eeee neyseeeee...
Dün Annecy'ye gittik. Trenle hayal ettiğim gibi, hep isterdim. Trene binmeden önce İsviçre şarap tanıtımı vardı garda ve tattım hoş bir tadı vardı. Yol iki saat sürdü, çoook güzeldi.... Kayak mevsimi olduğu için tüm fransızlar dağlara kaymak için gidiyorlardı. Sevimli bakımlı çocuklar etrafta... Petek dağ, kış sporları kayaktan ziyade yaz sporlarını seviyor ve yapıyor.. Çocuklarımdan o kadar çok şey öğreniyorumki... Öyle zenginler ki... Yaani bana yeni düşünceler veriyorlar, yorsalar bile. Bu ara İpek güzeli NewYork'a ısınıyor bayaaağaaa. Neyseeeee Annecy ve Fransa'nın en büyük gölü pek hoştu, şatolar arasından nehir yolunu takip ederek bulduk gölü sormadan kendi başıma bulucağım derken kıvırcık kızımın lüle saçları dikilsede havalara sonra yine sakinleştiler... Göl ve çevresi park ve karlı dağlarla çevrili, tertemiz suyu kuğuları olan çoook iç açıcı bir yerdi. Etrafında nehir üzerinde minik köprü ve şatocuklarla, masal bölgeleri.. Avrupa'nın böyle yerleri birbirine, benzer de olsa yine de dinlendirici... Bu yöreler Alpler ile İtaya-Avusturya sınırındaki Tirol bölgesi de Suha ve çocuklarımızla kaldığmızda çok hoşuma gitmişti.... 1990 yılında.
Petek ve Mehmet'ın sevdiği Rus Vlad isimli grafiker sanatçısının resimlerini Petek bana gösterdi, güneş ve hamile isimli resimleri çok çocuksu ve yaratıcı... Tam kızımla damadıma uygun... Çocuklarımın anlattıklarını dinlemek ne güzel... Sumru Eğinlioğlu, nam'ı diğer görümcem iyi bir grafik sanatçısı idi. Düsseldorf sanat akademisinde de bu konuda doktora yapmıştı. Şimdi bilemiyorum çünkü yıllardır hiçbirşey yaratmadı. Beni hiiçç hazmedemiyenlerden. Ama ben severdim onu. Bir kendini yorumlayabilme ve topluma çıkma cesareti olsa idi... Birçok şey onun için değişirdi sanırım...
Grenoble'deki şatoları gezdim teleferik yakınındaki. Saint Andrei kilisesinde dua ettim.. Umberto Eco'nun 'Gülün adı' adlı kitabındaki ürkütücü kiliseler ve olayları aklıma geldi. Hiristiyanlığın geçirdiği evreler.. Her din kendi içinde reformunu yapmak zorunda...
Miğdeeeeem .. yanıyor ... New York'un dondurması, pizzaları şarapları Grenoble'nin çikulatası, çörekleri, şarapları derken miiiiğde hahahahhah.. Tabii ağrılarımı yine giyiniyorum sabahları...
Dağıma, akşam üzeri güneş yoksa gri bir hüzün çöküyor. Ama o yine kendine bulutlardan bir süs yapıyor veya sisten bir tül geçiriyor yüzüne.... Güneşe güvenmiyor.. Bazen kalkıp gelemiyor işte kış uykusundan bir türlü veya başka yerde fink atıyor ... ısıtıp aydınlatıyor yeryüzünün değişik yerleriyle flört ediyor..... Güneş bu.....
Güneş dağımın üstünde bulutlarla oynaşıyor ve ben Istanbul'um için hazırlanıyorum...
Ama güneşe inat çıkacağım masal şehrine. Dün kızıma yiyecek alışverişide yapmıştım zaten... Bir de adliyede dinlediğim duruşmalar, zannedersem boşanma ve şahsi davaları idi ve hakimin bulunduğu kürsüye müvekkiler ve avukatlar yaklaşıyor ve duruyor. Hakimler hepsini yakından inceleme fırsatı buluyor ve duruşma sohbet havasında ama saygı çerçevesinde. Avukatların cüppeleinin önü kapalı ve beyaz ponponları var. Bizim cüppelerin önü açık biz koşarken yaka bir yerde etek bir yerde olur pek sevimli heyecanlı ve kızgın oluruz. Özledim duruşmalarımı... Ama yapacak çok güzel şeylerim var. Severek başarıyla yaptığım mesleğimi özlemek bile güzel ....
'Haydi Abbas vakit tamam .. kur şu çilingir sofrasını' demiş şair.. Ben hazırlanma hazırlığını yaparken İpek prensesim bir sürü güzel konserlere hazırlanıyor. Çağdaş müzikle ilgili bir eser ayrıca Adnan Saygun'un bir eserini ve Schubert'in bir eserini de Derin ile dört el çalacaklar.. Ben görmesem de düşlerim kızımın konserlerini.. Dedim ya benim çocuklarım çooooook zengin.. Ben de iyi madenlere yatırım yaptım...... Evlatlarıma çook şükür ..
Nerelere gittim, yineeee. Teleferikle çıkılan yere yani Dauphinois müzesine gıttim. Gece bu müzenin görüntüsü çok sevimli. Eski bir Fransız şatosu ve sonradan o küçük pencerelere kırmızı pancurlar koymuşlar ışıklandırınca tam masal evi oluyor.... Istanbul'umuz ve tarihi yerelerimizde bu ışıklandırmalar ile görkemli ve değişik güzellikleri ortaya çıktı.... Soooona. Nehir kenarından güneşinde beni mutlu etmesiyle yürüdüm ve karşı kıyıya geçtim. Merdivenlerden bayağı yukarı çıktım. Grenoble ve nehir dağlar önüme dökülüverdi. Tabii eskişehir evlerinin içindeydim. Soona Brigitte adlı ben yaşta ana okulu bir öğretmenle sohbet ettim. Sooona bayağı fotoğraf çektirdim. Manzaralarda ben olmalıyım... Yaşadığımı anımsarkan kendimi görmeliyim.. Haritamın yardımıyla şehrin taa öbür tarafındaki Doğa Tarihi müzesine gittim. Alp'lerdeki tüm hayvanların böcek ve kuşların canlı gibi hazırlanmış hallerini gördüm. Alplerdeki taş çeşitleri orijinal halleri ile görülmeye değerdi. Çocukları aileleri getirmişti. Çocuklar tabii ki bu refah ülkelerinde rahat yetişiyor . Yalnız gezip akşam çocuklarımla paylaşmak hoşuma gidiyor. Zaten gezerken birilerini buluyorum her zaman... Hamburg'ta bisikletle Stadtpark'a gittiğim aklıma geldi. Biii dee piknik yapardım. Evden hazırlayıp yaaaaaa...........
Dün Annecy'ye gittik. Trenle hayal ettiğim gibi, hep isterdim. Trene binmeden önce İsviçre şarap tanıtımı vardı garda ve tattım hoş bir tadı vardı. Yol iki saat sürdü, çoook güzeldi.... Kayak mevsimi olduğu için tüm fransızlar dağlara kaymak için gidiyorlardı. Sevimli bakımlı çocuklar etrafta... Petek dağ, kış sporları kayaktan ziyade yaz sporlarını seviyor ve yapıyor.. Çocuklarımdan o kadar çok şey öğreniyorumki... Öyle zenginler ki... Yaani bana yeni düşünceler veriyorlar, yorsalar bile. Bu ara İpek güzeli NewYork'a ısınıyor bayaaağaaa. Neyseeeee Annecy ve Fransa'nın en büyük gölü pek hoştu, şatolar arasından nehir yolunu takip ederek bulduk gölü sormadan kendi başıma bulucağım derken kıvırcık kızımın lüle saçları dikilsede havalara sonra yine sakinleştiler... Göl ve çevresi park ve karlı dağlarla çevrili, tertemiz suyu kuğuları olan çoook iç açıcı bir yerdi. Etrafında nehir üzerinde minik köprü ve şatocuklarla, masal bölgeleri.. Avrupa'nın böyle yerleri birbirine, benzer de olsa yine de dinlendirici... Bu yöreler Alpler ile İtaya-Avusturya sınırındaki Tirol bölgesi de Suha ve çocuklarımızla kaldığmızda çok hoşuma gitmişti.... 1990 yılında.
Petek ve Mehmet'ın sevdiği Rus Vlad isimli grafiker sanatçısının resimlerini Petek bana gösterdi, güneş ve hamile isimli resimleri çok çocuksu ve yaratıcı... Tam kızımla damadıma uygun... Çocuklarımın anlattıklarını dinlemek ne güzel... Sumru Eğinlioğlu, nam'ı diğer görümcem iyi bir grafik sanatçısı idi. Düsseldorf sanat akademisinde de bu konuda doktora yapmıştı. Şimdi bilemiyorum çünkü yıllardır hiçbirşey yaratmadı. Beni hiiçç hazmedemiyenlerden. Ama ben severdim onu. Bir kendini yorumlayabilme ve topluma çıkma cesareti olsa idi... Birçok şey onun için değişirdi sanırım...
Grenoble'deki şatoları gezdim teleferik yakınındaki. Saint Andrei kilisesinde dua ettim.. Umberto Eco'nun 'Gülün adı' adlı kitabındaki ürkütücü kiliseler ve olayları aklıma geldi. Hiristiyanlığın geçirdiği evreler.. Her din kendi içinde reformunu yapmak zorunda...
Miğdeeeeem .. yanıyor ... New York'un dondurması, pizzaları şarapları Grenoble'nin çikulatası, çörekleri, şarapları derken miiiiğde hahahahhah.. Tabii ağrılarımı yine giyiniyorum sabahları...
Dağıma, akşam üzeri güneş yoksa gri bir hüzün çöküyor. Ama o yine kendine bulutlardan bir süs yapıyor veya sisten bir tül geçiriyor yüzüne.... Güneşe güvenmiyor.. Bazen kalkıp gelemiyor işte kış uykusundan bir türlü veya başka yerde fink atıyor ... ısıtıp aydınlatıyor yeryüzünün değişik yerleriyle flört ediyor..... Güneş bu.....
Güneş dağımın üstünde bulutlarla oynaşıyor ve ben Istanbul'um için hazırlanıyorum...
Ama güneşe inat çıkacağım masal şehrine. Dün kızıma yiyecek alışverişide yapmıştım zaten... Bir de adliyede dinlediğim duruşmalar, zannedersem boşanma ve şahsi davaları idi ve hakimin bulunduğu kürsüye müvekkiler ve avukatlar yaklaşıyor ve duruyor. Hakimler hepsini yakından inceleme fırsatı buluyor ve duruşma sohbet havasında ama saygı çerçevesinde. Avukatların cüppeleinin önü kapalı ve beyaz ponponları var. Bizim cüppelerin önü açık biz koşarken yaka bir yerde etek bir yerde olur pek sevimli heyecanlı ve kızgın oluruz. Özledim duruşmalarımı... Ama yapacak çok güzel şeylerim var. Severek başarıyla yaptığım mesleğimi özlemek bile güzel ....
'Haydi Abbas vakit tamam .. kur şu çilingir sofrasını' demiş şair.. Ben hazırlanma hazırlığını yaparken İpek prensesim bir sürü güzel konserlere hazırlanıyor. Çağdaş müzikle ilgili bir eser ayrıca Adnan Saygun'un bir eserini ve Schubert'in bir eserini de Derin ile dört el çalacaklar.. Ben görmesem de düşlerim kızımın konserlerini.. Dedim ya benim çocuklarım çooooook zengin.. Ben de iyi madenlere yatırım yaptım...... Evlatlarıma çook şükür ..
Nerelere gittim, yineeee. Teleferikle çıkılan yere yani Dauphinois müzesine gıttim. Gece bu müzenin görüntüsü çok sevimli. Eski bir Fransız şatosu ve sonradan o küçük pencerelere kırmızı pancurlar koymuşlar ışıklandırınca tam masal evi oluyor.... Istanbul'umuz ve tarihi yerelerimizde bu ışıklandırmalar ile görkemli ve değişik güzellikleri ortaya çıktı.... Soooona. Nehir kenarından güneşinde beni mutlu etmesiyle yürüdüm ve karşı kıyıya geçtim. Merdivenlerden bayağı yukarı çıktım. Grenoble ve nehir dağlar önüme dökülüverdi. Tabii eskişehir evlerinin içindeydim. Soona Brigitte adlı ben yaşta ana okulu bir öğretmenle sohbet ettim. Sooona bayağı fotoğraf çektirdim. Manzaralarda ben olmalıyım... Yaşadığımı anımsarkan kendimi görmeliyim.. Haritamın yardımıyla şehrin taa öbür tarafındaki Doğa Tarihi müzesine gittim. Alp'lerdeki tüm hayvanların böcek ve kuşların canlı gibi hazırlanmış hallerini gördüm. Alplerdeki taş çeşitleri orijinal halleri ile görülmeye değerdi. Çocukları aileleri getirmişti. Çocuklar tabii ki bu refah ülkelerinde rahat yetişiyor . Yalnız gezip akşam çocuklarımla paylaşmak hoşuma gidiyor. Zaten gezerken birilerini buluyorum her zaman... Hamburg'ta bisikletle Stadtpark'a gittiğim aklıma geldi. Biii dee piknik yapardım. Evden hazırlayıp yaaaaaa...........
Bu gün 9 şubat cuma .......veeeeee teleferikle Bastille
Sabah erkenden nehir kıyısından yürüdüm ve teleferik ile Bastılle çıktım.Petek kızım tarif etti. Teleferik bana 1990 yılında Süha ve çocuklarımla gittiğim Salzburg'u hatırlattı. Müzik bilgimi geliştirmek amacıyla Mozarteum Akademisi'nin piyano derslerine katılmıştım. Özel bir ilgi görmüştük. Türk aile ve çocukları.. Frounburg Sarayını yurt yapmışlardı, orda kalmıştık ne güzeldi.... Türkiye'ye gelince Altan Aşar benle televizyon programı yapmıştı ve 40 yaşındaydım.... Neyse gelelim yine Grenoble, teleferikte iki gençle tanıştım. İngiliz avukat David ve Etiyopya'lı Luis Londra'da oturuyor. Tepeden Grenoble ve karlı dağları seyrettim Mont Blanc dağını da uzaktan gördüm. İtalya ile Fransa arasında sınır sorunu olan dağ.. Kayak merkezleri. Bizdeki Nemrut dağı gibi Malatya ile Adıyaman illeri bir türlü paylaşamaz bu dağımızı... Neyse kısa bir mesafede karlı ve soğuk bir zaman yaşadım şirin fransız şehrinde. Güneş de bana bir kıyak yaptı, beni bütün gün mutlu etti. Nehir kıyısı evleri bilinen Avrupa evleri gibi bakımlı aynı ve şirin.. Soona şirin kafelerinde oturdum ve alışveriş yaptım. Ama Petek kızımın biraz keyfi yok. Onun şirketine yakın bir yerde çalışan mühendisle tanıştım. Tekrarla maalesef Türk olmak dezavantaj, baro avukatı olmak hele Istanbul Baro'sunda olmak süper ... Mersilerle, bonsuarlarla geçiyor günümüz. Zarifler ama samimi değiller... Ne yapalım ağabeyimi de pek üzmüşlerdi. Soona Mehmet ve Petek'in arakadaşı Marian ile küçük şirin ve sakin bir yerde Çin çayı içtik. Eski şehir diyorlar Avrupa'lılar bozulmadan muhafaza ettikleri bu yerlere. Marian sevimli bir Fransız. Hava yağmurlu sohbet de güzel olduğu için ismi Cha Yuan olan bu küçük ve ilginç mekanda vakit çok iyi geçti.. Marian bana ufak bir porselen çaydanlık hediye etti. Ağabeyimin sevdiği tiplerden bu minyon fransız. Akşam da Edith Piaf'ın şarkılarını televizyondan izleyince geçmiş anılarım iyice canlandı sevindim.........
12 Şubat 2007
Fransa, Grenoble 5 Şubat 2007 Ayyyy bir heyacanlıyım kii
Parlak bir güneş karşıladı beni, uçaktan inince, soonra otobüse bindim, kraliçem Petek kızım beni çizgili çorapları, beresinden taşan kıvırcık lüle saçları ile bisikletiyle karşıladı, bir başkaydı yine. Sooona bana hepimizin çok özlediği bir mutlu haberi verdi sağ olsunlar yavrularım benim. Zaten Mehmet oğlum damadımın beni İstanbul'dan yol ederkenki mutluluğu şakaları sabahın erken saatlerinde pek hoşuma gitmişti.. Bir de karısını benim biriciğimi meşgul etmek için ne sevimli şeyler yapıyordu. Geçen sene Mayıs'ta bir sürü çiçek tohumu almış Petek ile beraber balkonlarına dikmişlerdi. Çoğu da sebze tohumu idi zannedersem... İlahi.... Mehmeeeett.....
Ertesi gün ben Grenoble'i, canım ağabeyimin yaşadığı Fransa anılarını da düşünerek rüyada gibi herkese gülümseyerek gezdim. Hava yağmurluymuş bana ne! Benim içimde güneş doğdu......
Ertesi gün........ Dışarı çıktım hakikaten güneş vardı. İki saatte olsa beni mutlu etti sonra bulutuna saklandı. Yarın bana yine sobe der. Gelecek bebeğimiz var ya artık oyun yapacak bize.. kereta güneş.....
Ağabeylerim nedeniyle çocukluğum Fransız'larla iç içe geçti. Giyim tarzları,zarif hareketleri ve rahatlıkları ve konuşma dillerinin melodik aksanı hoşuma giderdi. Bayağı özlemişim. Ama annem sevemedi onları 'kara oğlumu benden aldılar der' ve Anadolu'daki konuşma ve benzetmelerle Fransız kadınlarına 'sıkılmış limon' veya 'solucan' derdi. Dediğim gibi. Ağabeylerim nedeniyle Fransız'larla çok birlikte bulundum. Soooonraları Petek kızım nedeniyle Alman'larla ve İpek kızım nedeniyle Amerika'lılarla.... fakat galiba Amerika'lılardan pek kopamayacağız.....
Eveeet fransız ırkı yazdığım nedenlerle bana daha sevimli geliyor. Kayalık dağlara sırtın dayamış bozulmamış eski ve bakımlı bina ve yolları, oyuncak gibi tramvayları ve şehrin ortasında çocuklara ait minik bir lunaparkı ile küçük ile bir masal şehri gibi geldi bana... Tabii kızımdan aldığım sevinçli haber onun beni sevimli çocuk haliyle bisikletle karşılaması beni rüyada gibi yaptı.
Fransa'daki üçüncü günümde Mozart'ın Sihirli Flüt operasına gittik. Salonun havalandırması arızalı olduğu için biraz erken kalktık. Epeydir opera seyretmemiştim iyi oldu bir de Mozart tabii. Ama kızımı bir konuyu yanlış anlamamla çok güldürdüm ben de güldüm.. Avrupa'nın birçok şehrinde kendi ükemde ve New York'ta konser opera ve festivalleri kimi zamanda İpek kızımın konserlerini izledim, herbiri değişik haz verdi. Tabiii benim konserlerimde cabası bu güzelliklerin... Tramvayları şirin boydan boya Grenoble'yi gece geçtik. Evet güzel ırk henüz fazla karışmamış ve inatlarına ingilizce konuşmuyorlar. Kaldığımız yerin tam karşısında adliyesi Grenoble'in ve bugün gittim duruşmalara girdim dinlemek için. Avukatlarla konuştum. Istanbul Baro'su avukatı olmak ayrıcalık tabii.. Adliye büyük ve çok aydınlıktı...
Kendi başıma yabancı şehirlerde dolaşmak çok hoşuma gidiyor.. Fakat bir kitapçıda Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un kitabını ararken ben yaşta bir Fransız kadın 'o Türk değil, Türkiye'yi terketti' dedi. Ben 'Türk'üm ve Istanbul'da avukatım' dedim kadın ısrarla 'bu günkü Figaro gazetesin okuyun, Türkiye tehlikeli, terketti ve Amerika'ya yerleşti' dedi. 'Ben Istanbul'da bulundum aynı zamanda' diye ilave etti. Bugün 8 şubat Türkiye'den haberim yok. Kala kaldım. Yorum yapamıyorum. Petek onun korkak olduğunu söylemişti. Sanırım New York Üniversitesindeki dersleri için gitti ama yabancı basın böyle körüklüyor olayları işte... Ağabeylerim kendim sonra çocuklarım sayesinde değişik kültürleri yaşadım. İnsanın ufku genişliyor.
Neyse kızlarıma bereler aldım çok güzel... Kızımın evi küçük sevimli ve rahat Hamburg'taki evi gibi.. Şimdi iyice kendisiyle meşgul. Hayırlısı ile ilk ayları atlatsınlar bakalım. Kartpostal attım arkadaşlarıma... Bana hala keyifli geliyor yazıp postaya atmak gezdiğim yerleri daha heyecanlı kılıyor.
Ertesi gün ben Grenoble'i, canım ağabeyimin yaşadığı Fransa anılarını da düşünerek rüyada gibi herkese gülümseyerek gezdim. Hava yağmurluymuş bana ne! Benim içimde güneş doğdu......
Ertesi gün........ Dışarı çıktım hakikaten güneş vardı. İki saatte olsa beni mutlu etti sonra bulutuna saklandı. Yarın bana yine sobe der. Gelecek bebeğimiz var ya artık oyun yapacak bize.. kereta güneş.....
Ağabeylerim nedeniyle çocukluğum Fransız'larla iç içe geçti. Giyim tarzları,zarif hareketleri ve rahatlıkları ve konuşma dillerinin melodik aksanı hoşuma giderdi. Bayağı özlemişim. Ama annem sevemedi onları 'kara oğlumu benden aldılar der' ve Anadolu'daki konuşma ve benzetmelerle Fransız kadınlarına 'sıkılmış limon' veya 'solucan' derdi. Dediğim gibi. Ağabeylerim nedeniyle Fransız'larla çok birlikte bulundum. Soooonraları Petek kızım nedeniyle Alman'larla ve İpek kızım nedeniyle Amerika'lılarla.... fakat galiba Amerika'lılardan pek kopamayacağız.....
Eveeet fransız ırkı yazdığım nedenlerle bana daha sevimli geliyor. Kayalık dağlara sırtın dayamış bozulmamış eski ve bakımlı bina ve yolları, oyuncak gibi tramvayları ve şehrin ortasında çocuklara ait minik bir lunaparkı ile küçük ile bir masal şehri gibi geldi bana... Tabii kızımdan aldığım sevinçli haber onun beni sevimli çocuk haliyle bisikletle karşılaması beni rüyada gibi yaptı.
Fransa'daki üçüncü günümde Mozart'ın Sihirli Flüt operasına gittik. Salonun havalandırması arızalı olduğu için biraz erken kalktık. Epeydir opera seyretmemiştim iyi oldu bir de Mozart tabii. Ama kızımı bir konuyu yanlış anlamamla çok güldürdüm ben de güldüm.. Avrupa'nın birçok şehrinde kendi ükemde ve New York'ta konser opera ve festivalleri kimi zamanda İpek kızımın konserlerini izledim, herbiri değişik haz verdi. Tabiii benim konserlerimde cabası bu güzelliklerin... Tramvayları şirin boydan boya Grenoble'yi gece geçtik. Evet güzel ırk henüz fazla karışmamış ve inatlarına ingilizce konuşmuyorlar. Kaldığımız yerin tam karşısında adliyesi Grenoble'in ve bugün gittim duruşmalara girdim dinlemek için. Avukatlarla konuştum. Istanbul Baro'su avukatı olmak ayrıcalık tabii.. Adliye büyük ve çok aydınlıktı...
Kendi başıma yabancı şehirlerde dolaşmak çok hoşuma gidiyor.. Fakat bir kitapçıda Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un kitabını ararken ben yaşta bir Fransız kadın 'o Türk değil, Türkiye'yi terketti' dedi. Ben 'Türk'üm ve Istanbul'da avukatım' dedim kadın ısrarla 'bu günkü Figaro gazetesin okuyun, Türkiye tehlikeli, terketti ve Amerika'ya yerleşti' dedi. 'Ben Istanbul'da bulundum aynı zamanda' diye ilave etti. Bugün 8 şubat Türkiye'den haberim yok. Kala kaldım. Yorum yapamıyorum. Petek onun korkak olduğunu söylemişti. Sanırım New York Üniversitesindeki dersleri için gitti ama yabancı basın böyle körüklüyor olayları işte... Ağabeylerim kendim sonra çocuklarım sayesinde değişik kültürleri yaşadım. İnsanın ufku genişliyor.
Neyse kızlarıma bereler aldım çok güzel... Kızımın evi küçük sevimli ve rahat Hamburg'taki evi gibi.. Şimdi iyice kendisiyle meşgul. Hayırlısı ile ilk ayları atlatsınlar bakalım. Kartpostal attım arkadaşlarıma... Bana hala keyifli geliyor yazıp postaya atmak gezdiğim yerleri daha heyecanlı kılıyor.
03 Şubat 2007
2007 yılına çocuklarımla girdim ama geçmişin hüznü ve güzelliği beni sardı....
2007 yılına çocuklarım ve sevdikleri ile ,Istanbul'umda annemin babasından miras yoluyla kalanlarla aldığı,pek sevdiği ve hakkımız olan ama benim nelere rağmen oturabildiğim Yeşilköy'deki evimizde girdik .Ailemi yeniden toparladım . Çok şükür .
O gece ,iki kızımın bebekliklerini hatırladım yeniden. Onları giydirip, tertemiz bebek kokularıyla kucağıma alıp, tabii kendimi de süsleyip sokağa onları gezdirmeye çıktığımdaki övüncü şimdi daha değişik biçimde yaşıyorum.Petek kızımın daha yirmi günlükken sarı tulumunu giydirip bende yeşil bir tuvaletle bir yakınımızın düğününde bebeğimle olmak ve babasının kucağında başı dimdik kocaman kara gözleriyle etrafa bakışını ve birde Altınoluk kıyısında tekneyle açılıp küçük kızımın iki yaşında yüzme kolluklarıyla açıkta çıplak denize bırakıp bir melek gibi yüzüşünü ve bizim heyecanla ona seslenişimizi güzel bir tablo gibi hatırlıyor ve yaşıyorum. Çocuklarımı bilgime ve önsezilerime güvenerek yetiştırdim .Doğada bana yardım etti .
Bu arada 2007 yılına fırtına gibi geldi ve New York 'a gitti benim küçük kız .. Bir heyecan , bir heyecan . .Petek kızım ve Mehmet ablalık ve ağabeylik yaptılar onlara .Emirgan'dan Yeşilköy'e Fatih'e yaşadığmız yerleri Mıke Brooks'.la paylaştık. Yiyecek ve yemek kültürümüzü adetlerimizi yaşattık ve o görkemli Sarayburnu yarmadamızın gecesini gündüzünü aynı hazla bizde etkilenerek misafirimize gösterdik .Hele bir Galata Kulesi gecemiz var ki çok hoştu .. Beni yine anılarıma götürdü ,ağabeyim Barış'la yaşadığım 1965 yıllarının Istanbul'u ve yaptığımız danslar .twıst, rock and roll ,çaça dansları ......ve ben onun dans eşiydim daima ,başka kız arkadaşı olsa bile beni hiç ihmal etmezdi canım ağabeyim .Ve uzun boylu olduğu için ben onüç yaşından itibaren topuklu giymeye ve güzel yürümeyi dans etmeyi öğrenmiştim . Neyi öğrenmedim ki erkenden bisiklet, tavla ,yüzme ,araba kullanma .....İşte o problemli babanın diğer yönleri bunları yaptırdı bize ...
Sait Halim Paşa yalısı , Hidiv paşa kasr'ıYeniköy , Yıldız Parkı içindeki köşkte o yıllarda yabancı konuklara piyano çalmıştım .Barış ağabeyim mühendis olmuştu ama yapmadı ,kokartlı profosyenel tercüman rehber olarak çalıştı . Türkiye'nin ilk rehberleri .. .Açık Hava Tiyatrosun da ilk müzik festivalleri de o yıllarda başlamıştı..
.Çocukluğumuzda ağabeyimden daha iyi bisiklete binerdim ., mahallede haksızlık olursa oğlan çocuklarını döverdim ., annem baş edemez yazları beni doğduğu yere Niğde Bor'a götürür Anadolu'nun bağrında bağlarında ,derelerinde, bahçelerinde enerjimi bir güzel atardım . Dedem o yörenin ilk tapucu su okumuş bir insan . Anneannemde Kuşçu sülalesinden bir ağa kızı imiş. Ve şimdiki filmlerdeki gibi evleri bağları vardı anneannemlerin.. Dayılarım1950 yıllarının mühendisi ve mülkiyelisi idiler. Büyük dayım Danıştay üyeliği ,küçük dayımda Kara Yolları Bölge Müdürlüğü yapmıştı, ama onlarda mutlu aileler olmadı ..
Çocukluğumda arkadaşlarım bir şekilde bana yetişemiyorsa dayak yiyordu benden .Sonraki yıllar anlamıştım kavga çıkaran bir çocuk değildim ama bir çocuk .zeki akıllı değilse kabullenemiyormuşum demekki !
Küçük ağabeyim ,büyük Ağabeyim Savaş'la benim gibi hayata dayanıklı bir kızkardeşın arasında kalmıştı .Savaş ağabeyim daha yapılı olması kuvvetli gözükmesi ve babamın kardeşler arasında kıyas yapması ve aşşağılamaları nedeniyle küçük ağabeyim kendini ispatlıyamamştı ...Savaş ağabeyim Saint Benoit lisesini Sutanahmet Ticari İlimler Akademisini bitirmiş ve işletme ihtisası yapmış çok değerli bir elemandı . Babamın anormal desteği vardı okumamıza acaip derecede bilgili ve ufku son derece geniş Istanbul kültürüne vakıftı.Fakat hayat hakkı tanımazdı yakınlarına. Baba dedem Varna'lı olup 1800 lerde Istanbul Bakırköy'e gelmişler .Hasılı baba tarafından 150 yıllık Istanbul'luyuz . .Ben babamın iyi yönlerini alıp yanlışlarını bir şekilde eleme kapasitem oldu yaşam tarzım nedeniyle . Çünkü babam ,kendi yapamadıklarını ve ordudan çok çalışkan olmasına rağmen disiplinsizlik nedeniyle çıkarılmasını hazmedemediğinden tüm enerjisini hırs ve kıskançlıkla birlikte ailesine yansıtıyordu, ben tek kurtulandım ...ama nelere rağmen ..İşte büyük ağabeyim Savaş bu baskılar nedeniyle ağır bir ruh travması geçirmişti . Ve ben odaklıydı bu rahatsızlığı .. bu olayda iradeli ve dirençli çıkmış ağabeyimle ilişkimi iyi ve dengeli olarak sürdürmüştüm .Ama ömrü kısa sürmüş 28 yaşında yedek subay olarak askerliğini yaparken denize atlayışı sırasında boyun kemiği kırılması nedeniyle üçgün yaşayıp vefat etmişti ...Fakat hep suçluluk duygusuyla yaşadı bana karşı ağabeyim . Ölümünde ben 18 yaşındaydım ve babamla
hastahanedeki bakımı ve defnedilmesi dahil tüm sorumlulukları üstlenmiştik .Annem ilaçlarla uyutulmuş Barış ağabeyim maalesef adeta kaçmıştı bu acıdan . Ömrü boyunca oda bu nedenle bize karşı suçluluk duygusu yaşadı ..Ama annem için ilk erkek evladında yaşadığı bu acılar onun hayatını ağır ve olumsuz olarak çok etkilemişti .Dini duyguları olan annemi babam' bak dua ettin ,Allah oğlunu elinden yine aldı 'diyerek annemi iyice yalnızlığa sürekledi ve kendine mahkum etti. Babam zaman zaman ürkütücü acımasızlığı olan bir ateısttı .Ve bana bu olaylar çocuklarımı yetiştirirken ders oldu yapmamam için çünkü babam gibi enerjisi olan bir insandım . Barış ağabeyim bu gerçeklerden ve hayattaki tüm gerçeklerden hep kaçtı ve kişiliği bir türlü güçlenemedi .Herkez babamdan korunmaya çalışıyordu birtek ben göğüs geriyor ve kendimi geliştiriyordum. Babamın bana öğrettiği iyi şeyleri değerlendiriyor bana uymayan için bayağı direniyordum .
Neyse bu temiz kalpli canım Barış ağabeyim paket gibi beni heryere götürürdü . Onunda birtanesiydim .
Annem hastalığının ağırlaştığı dönemde 2000 yıllarında ağabeyimde ayaklarındaki varis nedeniyle çalışamadığı için onu bana emanet etmişti .Çünkü ben hep cesur olmuştum ,güçlü olduğumu söylerdi annemde . Küçüklüğümde neler yapardım bu ağabeyime . Gerçek ailemdi benim o sevgimiz negüzeldi . Benim fotoğraflarımı çekmişti , genç kızlığımda siyah beyaz hala evimin duvarlarında asılıdır .Her gittiği ülkeden bana ,çocuklarım olduktan sonra onlara hediyeler getirirdi . Çok güzel sevgilileri oldu . Ama birtanesini Fransız Marise çok sevmişti .Bu kızın babasının güçlü bir mevkii vardı ve ağabeyimi kısa bir dönem için sınır dışı etmişlerdi Fransa'dan .Sonra evlendiği İzabell . ile mutlu olamamış ve daha sonra boşanmışlardı ..Türkiyede Akçay'da kaldıkların da bize Altınoluk'a uğramışlardı. Bizimde Süha ile bayağı fırtınalı dönemimizdi .Petek onlarla kalmıştı. Melez tarzı esmer güzeli bir küçük kız olmuştu ve beş yaşında çok akıllı gözlemci ve sakin bir çocuktu . Ağabeyim ile Izabell'in çocukları zannetmişlerdi Petek'i. Her iki kızımda dayılarını çok sevdıler ve özel bir dayı sevgisi yaşadılar .
Biz Süha ile Avrupa seyahatınde İzabell ile evliyken ağabeyimde kalmış ve Paris'i çok güzel gezmiştik .Süha ile birbirlerıni severlerdi .Süha ölmeden kısa bir müddet önce ona gitmişti. 1994 yılında İstanbul'da .İki erkek hayatlarında travma yaşamış iki cocuk adam . Hiç olmadığı kadar sohbet etmişlerdi . Ağabeyim kendi gerçekleri öğrenmedi Süha öğrendi. ve insanlara küs gitti niye ben ? diyerek Güzel insanlarım benim onlar .Evet hayatımın üç iyi erkeği ağabeylerim ve eşim hayata küs gittiler .Kader birliği var onlar arasında birşekilde belkide zamanlama doğru idi tanrı onların daha fazla acı çekmemelerini istemişti , kimbilir?Gerçeklerle yüzleşmek her insanın kaldıracağı bir durum değildir .Darmadağın olabilirler . Ve ben onların tek sevdikleri idim
.Ve dördüncü erkek , potansiyel tehlike babam yaşıyor . Ve şimdi 96 yaşında ,evladı beni yenmek için hala uğraşıyor .Barış ağabeyim anneme küçük çocuk gibi düşkündü .Annemin ölümünün ertesi günü evleneceği kadını babam eve getirmişti ve 45 yaşındaki kadın ağabeyimden küçüktü ve babam ağabeyimi onun önünde kıskançlık nedeniyle tokatlamış ,onbeş gün sonra bu bakıcı kadınla nikah kıymış ve ağabeyimi evden atmıştı . Ağabeyim baba evine tekrar geri döneceğini hep hayal etti ama kısmet olmadı . Babam bu tarihte 90 yaşında idi .Genç kadın tesiriyle adeta gözü dönmüştü .Bu son olaylar olmasa bu ağabeyim yine mutlu olurdu dedim ya gerçeklerle yüzleşmedi ve hep çocuk kaldı ne güzel içten gülerdi O acılarını ve çocuk gibi ağlayışını unutamam ağabeyimin.Büyük ağabeyim ve Süha adeta gitmek istediler bu dünyadan.Ama Barış ağabeyim yaşamayı istiyordu ama gücü kalmamıştı.Babama kinim yok ,çok acı verdi bizlere ,annem ile ağabeylerim onu affetse bile Tanrı affetmez.
Barış ağabeyime ,annemin devamlı Türkiye'ye gel değişi babamın baskısı ve kendi zayıflığı zaaflarına yenik düşüp Türkiye'ye dönüp baba evinde tekrar oturmaya başlaması onun hayatta kaybetmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Sırtında iki ben vardı annem peygamber benleri derdi .ve saf kalpli oğlum diye severdi ağabeyimi . Ne yapsın dağ gibi büyük oğlu sorun yaşamış tam annemi mutlu edicekken kaza nedeniyle vefat etmişti .
Küçük ağabeyimle kardeşliği yaşadım .. Hayatı çok yoğun geçti gezdi sevgilileri oldu ama bir yuvası olamadı Çok fazla ezmişti babam onu çok dövmüştü .Ağabeylerimde Fransız eğitimi bende piyano eğitimi ama evde şiddet ...Canım kardeşimi annemin ölümünden birbuçuk yıl sonra 56 yaşında kaybettim .
Ve bugün 29 ocak 20007 ağabeyimin vefatının beşinci yılı. Huzur içinde yatsın çok ağlattı babam ağabeyimi ve annemi ölümlerine yakın.Annem şimdi koynunda iki oğlu ile beraber kabristanda yatıyor .Güzel Behice derlermiş anneme . Anneannemde iki erkek çocuğun arasında onu ezmiş Babama 18 yaşındaki annemi Istanbul'lu ve genç Jandarma komutanı diye verivermişler . Huyunu suyunu bilmedikleri bir adama. . Annemde Anadolu'nun hayatından kurtulacağım Istanbul'a gideceğim diye hemen kabul etmiş. Ne övünürdü iki oğlan annesiyim diye babamın eziyetlerini onlarla unuturdu .. Babam gençliğinden beri olan genç kadın zaafına nihayet yenilmişti .Çocukluğumuz hep bu yanlış ilşkilerin tartışmaları ile geçmişti . Acı olan annem ölümüne yakın 80 yaşında bile bunu bilerek vefat etti . Kara oğlunu saf kalpli oğlunu bana emanet ederek .Babamın evlendiği yarı yaşındaki eşinin tahrik neticesinde ,ağabeyimin canımızı ve malımızı ve çocukları olmadığı için çocukları gibi sevdiği yeğenlerinin haklarını korumak için bana sattığı hisselerini ,ağabeyimin ölümünden sonra geri almak için babamın bana açtığı davaları acı ve hüzünle yürüttüm ve çocuklarımın hakkını savundum .Hakkımızı ve kendimizi savunurken annemin ve ağabeyimin acılarının diyetini biraz olsun ödedi babam .........Maalesef kendi seçimiydi ...Torunlarıyla neler yaşayacaktı ... ne değerler görecekti ...Durmadı ve devam ediyor ..yanlışlarına ......
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)