Kızımın odasından dağ gözüküyor ve sabah bazen bulutlara sarılıyor bazen de güneşe yaslanıp beni uyandırıyor, tabii bu arada kıvırcık güzel beni didikliyor. Çocuklarımın hem sevgileri, hem kum torbalarıyım. Büyük dozajını arttırır bazen. Ama o kadar değerli sevgileri güzellikleri, başarıları ve bana yaşattırdıkları varkii onları anlıyorum ve hak veriyorum. Bazen küsüyorum ama kendi kendime azıcıkkkkk işte.. Hemen anlarlar zaten.. Küsmeyi hiç çocuklarıma yaşatmadım. Annem günlerce küserdi ve kinciydi. Ve ne zor olurdu konuşmasını sağlamak. Hele evlendikten sonra ben küs olduğunu unutup telefon açardım kapatıverirdi, kalakalırdım içimden birşey akardı sevgisizlik acısı yıllar sonra mideden çıkan rahatsızlığımın temel taşları. Istanbul'a gelirdim, eve de almadığı olurdu..... Oda acısını sevgisizliğini böyle çıkardı... Ne yapsın sevmeyi ve sevilmeyi bilmiyorum derdi... Yine eeee neyseeeee...
Dün Annecy'ye gittik. Trenle hayal ettiğim gibi, hep isterdim. Trene binmeden önce İsviçre şarap tanıtımı vardı garda ve tattım hoş bir tadı vardı. Yol iki saat sürdü, çoook güzeldi.... Kayak mevsimi olduğu için tüm fransızlar dağlara kaymak için gidiyorlardı. Sevimli bakımlı çocuklar etrafta... Petek dağ, kış sporları kayaktan ziyade yaz sporlarını seviyor ve yapıyor.. Çocuklarımdan o kadar çok şey öğreniyorumki... Öyle zenginler ki... Yaani bana yeni düşünceler veriyorlar, yorsalar bile. Bu ara İpek güzeli NewYork'a ısınıyor bayaaağaaa. Neyseeeee Annecy ve Fransa'nın en büyük gölü pek hoştu, şatolar arasından nehir yolunu takip ederek bulduk gölü sormadan kendi başıma bulucağım derken kıvırcık kızımın lüle saçları dikilsede havalara sonra yine sakinleştiler... Göl ve çevresi park ve karlı dağlarla çevrili, tertemiz suyu kuğuları olan çoook iç açıcı bir yerdi. Etrafında nehir üzerinde minik köprü ve şatocuklarla, masal bölgeleri.. Avrupa'nın böyle yerleri birbirine, benzer de olsa yine de dinlendirici... Bu yöreler Alpler ile İtaya-Avusturya sınırındaki Tirol bölgesi de Suha ve çocuklarımızla kaldığmızda çok hoşuma gitmişti.... 1990 yılında.
Petek ve Mehmet'ın sevdiği Rus Vlad isimli grafiker sanatçısının resimlerini Petek bana gösterdi, güneş ve hamile isimli resimleri çok çocuksu ve yaratıcı... Tam kızımla damadıma uygun... Çocuklarımın anlattıklarını dinlemek ne güzel... Sumru Eğinlioğlu, nam'ı diğer görümcem iyi bir grafik sanatçısı idi. Düsseldorf sanat akademisinde de bu konuda doktora yapmıştı. Şimdi bilemiyorum çünkü yıllardır hiçbirşey yaratmadı. Beni hiiçç hazmedemiyenlerden. Ama ben severdim onu. Bir kendini yorumlayabilme ve topluma çıkma cesareti olsa idi... Birçok şey onun için değişirdi sanırım...
Grenoble'deki şatoları gezdim teleferik yakınındaki. Saint Andrei kilisesinde dua ettim.. Umberto Eco'nun 'Gülün adı' adlı kitabındaki ürkütücü kiliseler ve olayları aklıma geldi. Hiristiyanlığın geçirdiği evreler.. Her din kendi içinde reformunu yapmak zorunda...
Miğdeeeeem .. yanıyor ... New York'un dondurması, pizzaları şarapları Grenoble'nin çikulatası, çörekleri, şarapları derken miiiiğde hahahahhah.. Tabii ağrılarımı yine giyiniyorum sabahları...
Dağıma, akşam üzeri güneş yoksa gri bir hüzün çöküyor. Ama o yine kendine bulutlardan bir süs yapıyor veya sisten bir tül geçiriyor yüzüne.... Güneşe güvenmiyor.. Bazen kalkıp gelemiyor işte kış uykusundan bir türlü veya başka yerde fink atıyor ... ısıtıp aydınlatıyor yeryüzünün değişik yerleriyle flört ediyor..... Güneş bu.....
Güneş dağımın üstünde bulutlarla oynaşıyor ve ben Istanbul'um için hazırlanıyorum...
Ama güneşe inat çıkacağım masal şehrine. Dün kızıma yiyecek alışverişide yapmıştım zaten... Bir de adliyede dinlediğim duruşmalar, zannedersem boşanma ve şahsi davaları idi ve hakimin bulunduğu kürsüye müvekkiler ve avukatlar yaklaşıyor ve duruyor. Hakimler hepsini yakından inceleme fırsatı buluyor ve duruşma sohbet havasında ama saygı çerçevesinde. Avukatların cüppeleinin önü kapalı ve beyaz ponponları var. Bizim cüppelerin önü açık biz koşarken yaka bir yerde etek bir yerde olur pek sevimli heyecanlı ve kızgın oluruz. Özledim duruşmalarımı... Ama yapacak çok güzel şeylerim var. Severek başarıyla yaptığım mesleğimi özlemek bile güzel ....
'Haydi Abbas vakit tamam .. kur şu çilingir sofrasını' demiş şair.. Ben hazırlanma hazırlığını yaparken İpek prensesim bir sürü güzel konserlere hazırlanıyor. Çağdaş müzikle ilgili bir eser ayrıca Adnan Saygun'un bir eserini ve Schubert'in bir eserini de Derin ile dört el çalacaklar.. Ben görmesem de düşlerim kızımın konserlerini.. Dedim ya benim çocuklarım çooooook zengin.. Ben de iyi madenlere yatırım yaptım...... Evlatlarıma çook şükür ..
Nerelere gittim, yineeee. Teleferikle çıkılan yere yani Dauphinois müzesine gıttim. Gece bu müzenin görüntüsü çok sevimli. Eski bir Fransız şatosu ve sonradan o küçük pencerelere kırmızı pancurlar koymuşlar ışıklandırınca tam masal evi oluyor.... Istanbul'umuz ve tarihi yerelerimizde bu ışıklandırmalar ile görkemli ve değişik güzellikleri ortaya çıktı.... Soooona. Nehir kenarından güneşinde beni mutlu etmesiyle yürüdüm ve karşı kıyıya geçtim. Merdivenlerden bayağı yukarı çıktım. Grenoble ve nehir dağlar önüme dökülüverdi. Tabii eskişehir evlerinin içindeydim. Soona Brigitte adlı ben yaşta ana okulu bir öğretmenle sohbet ettim. Sooona bayağı fotoğraf çektirdim. Manzaralarda ben olmalıyım... Yaşadığımı anımsarkan kendimi görmeliyim.. Haritamın yardımıyla şehrin taa öbür tarafındaki Doğa Tarihi müzesine gittim. Alp'lerdeki tüm hayvanların böcek ve kuşların canlı gibi hazırlanmış hallerini gördüm. Alplerdeki taş çeşitleri orijinal halleri ile görülmeye değerdi. Çocukları aileleri getirmişti. Çocuklar tabii ki bu refah ülkelerinde rahat yetişiyor . Yalnız gezip akşam çocuklarımla paylaşmak hoşuma gidiyor. Zaten gezerken birilerini buluyorum her zaman... Hamburg'ta bisikletle Stadtpark'a gittiğim aklıma geldi. Biii dee piknik yapardım. Evden hazırlayıp yaaaaaa...........